Kategori arşivi: Özel Hukuk

Trafik Kazası Sonrası Değer Kaybı ve Tazminat Haklarınız

Trafik kazasına karıştıysanız, yalnızca aracınızın onarılmasını değil, aynı zamanda değer kaybı, hasar farkı ve ikame araç bedeli gibi haklarınızı da talep edebilirsiniz. Trafik kazası tazminatı ile ilgili merak ettiklerinizi cevaplıyoruz. İşte bu haklardan nasıl yararlanabileceğiniz:

1. Trafik Kazasında Değer Kaybı Nedir?

Değer kaybı, aracınızın ikinci el piyasasında kaza sonrası yaşadığı değer düşüşünü ifade eder. Araç tamir edilse bile, kaza kaydı nedeniyle değeri azalabilir. Değer kaybı talebinde bulunabilmek için:

  • Aracın kazadan önce ilgili parçalarında hasar olmamalıdır.
  • Araç perte çıkmamış olmalıdır.
  • Aracın yaşı belirli bir sınırın altında olmalıdır.

2. Hasar Farkı Tazminatı

Hasar farkı, aracın tamiri sırasında orijinal yerine yan sanayi veya çıkma parça kullanılması nedeniyle oluşan zararları ifade eder. Eğer aracınıza orijinal parçalar takılmadıysa, bu farkın karşılanmasını talep edebilirsiniz. Hasar farkı trafik kazası tazminatlarından biridir.

3. İkame Araç Bedeli Talebi

Kaza sonrası aracınızın tamirde olduğu süre boyunca kullanılamaması halinde, ikame araç bedeli talep edebilirsiniz. Bu bedel, aracınızı kullanamadığınız günler için hesaplanır ve sigorta şirketi ya da karşı taraf tarafından karşılanması gerekir.

4. Kusur Oranı ve Tazminat Hakları

Tamamen kusursuz olmasanız bile, kısmi kusurlu olmanız halinde de belirli haklarınızı talep edebilirsiniz. Ancak, %100 kusurlu olmamanız önemlidir. Kusur oranınıza bağlı olarak alabileceğiniz tazminat miktarı değişebilir.

5. Trafik Kazası Tazminat Talebi Nasıl Yapılır?

Tazminat talebinizi şu yollarla iletebilirsiniz:

  • Sigorta Tahkim Komisyonu’na başvuru
  • İcra takibi başlatma
  • Asliye Ticaret veya Hukuk Mahkemesi’nde dava açma

6. Kime Karşı Tazminat Davası Açılabilir?

Trafik Kazası Tazminatı davası açılabilecek kişiler şunlardır:

  • Kusurlu araç sürücüsü,
  • Kusurlu aracın sahibi,
  • Karşı tarafın Zorunlu Mali Mesuliyet Sigortası.

Sonuç olarak, trafik kazası sonrası sadece aracınızın onarımı ile yetinmeyip, değer kaybı, hasar farkı ve ikame araç bedeli gibi haklarınızı da talep edebilirsiniz. Sürecin sorunsuz ilerlemesi için uzman bir avukattan destek almanız faydalı olacaktır.

 Değer Kaybınız için Whatsapp Üzerinden Bize Ulaşın  

Türk Ceza Kanunu Maddelerini bu bağlantıdan inceleyebilirsiniz

18 Yaşını Dolduran Çocuk İçin Nafaka Talebi ve Şartları

Ebeveynler, çocuklarının eğitim ve bakım giderlerini karşılamakla yükümlüdür. Türk Medeni Kanunu’na (TMK) göre, bu yükümlülük çocuğun 18 yaşını doldurmasıyla birlikte sona erecektir. Ancak, eğitimine devam eden ergin çocuk, anne ve babasından yardım nafakası talep etmesi mümkündür. Peki, 18 yaşını dolduran çocuk nafaka nasıl alır? Şartları nelerdir?

İştirak Nafakası ve Yardım Nafakası Farkı

İştirak nafakası, boşanma sonrası çocuğun bakımı için ebeveynlerden birinin diğerine ödediği nafakadır. Ancak, çocuk 18 yaşına geldiğinde bu nafaka kendiliğinden sona erer.

Buna karşın, TMK m. 328/II hükmü gereğince, eğitimine devam eden ergin çocuk, anne ve babasından yardım nafakası talep etmesi mümkündür. Çocuğun ekonomik olarak kendi geçimini sağlayamaması halinde yardım nafakası talep etmesi mümkün. Ekonomik özgürlüğü varsa isteyemez.

18 Yaşını Dolduran Çocuğun Yardım Nafakası Talep Edilebileceği Durumlar

Ergin bir çocuğun yardım nafakası alabilmesi için aşağıdaki şartlar gereklidir:

1. 18 Yaşını Dolduran Çocuğun Eğitime Devam Etmesi

Eğer 18 yaşını dolduran çocuk üniversite, meslek eğitimi veya benzeri bir eğitim sürecinde ise ve ekonomik bağımsızlığını kazanamamışsa, nafaka talep edebilir. Ancak, eğitim süreci makul bir süre içinde tamamlanmalıdır.

2. 18 Yaşını Dolduran Çocuğun Geçimini Sağlayamıyor Olması

Nafaka talep eden çocuk, kendi geçimini sağlayabilecek ekonomik güce sahip olmamalıdır. Eğer çocuk çalışıyorsa veya yeterli bir malvarlığı varsa, nafaka talebi reddedilebilir.

3. Anne ve Babanın Maddi Gücü Olmalı

Mahkeme, nafaka ödeyecek anne veya babanın ekonomik durumunu inceler. Eğer ebeveynlerden biri maddi sıkıntı içinde ise, nafaka yükümlülüğü ortadan kalkabilir.

Yardım Nafakası İçin Hukuki Süreç

18 yaşını geçen çocuk, nafaka talebini bizzat kendisi aile mahkemesine dava açarak yapmalıdır. Süreç şu şekilde ilerler:

  1. Dava Açılması: Ergin çocuk, yardım nafakası talebiyle aile mahkemesine başvurur.
  2. Maddi Durum Araştırması: Mahkeme, çocuğun ve ebeveynin gelir-gider durumunu inceler.
  3. Mahkeme Kararı: Hakim, çocuğun ihtiyacı ve ebeveynin ödeme gücünü değerlendirerek uygun bir nafaka miktarı belirler.

Yardım Nafakası Ne Kadar Sürer?

Yardım nafakası, çocuğun eğitim süresi boyunca devam eder. Eğitim tamamlandığında veya çocuk kendi geçimini sağlayacak duruma geldiğinde sona erer. Mahkeme, gerektiğinde nafaka miktarında değişiklik yapabilir.

Özel hukuk konulu diğer makalelerimize buradan ulaşabilirsiniz

Linkedin sayfamıza buradan ulaşabilirsiniz.

Fazla Mesaiye Mevduata Uygulanan En Yüksek Faiz Uygulanır

Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, işçi-işveren arasında görülen davalarda talep edilen fazla mesai ücretlerine uygulanacak faiz konusunda görüş değişikliğine gitmiştir.

Özellikle Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 02.03.2021 tarihli ve 2017/(7)9-1812 Esas, 2021/185 Karar sayılı kararında ücret ve ücret niteliğindeki alacaklara uygulanması gereken faiz türüne ilişkin genel ilkelere atıf yapılarak verilen karar dikkat çekicidir. Bu kararla beraber fazla mesai ücretlerine mevduata uygulanan en yüksek faiz uygulamasının benimsendiği anlaşılmaktadır. Bu nedenle mevduata uygulanan en yüksek faizi dava aşamasında talep etmek veya ıslah dilekçesinde faizi güncellemek gerekmektedir.

Yargıtay’ın önüne gelen uyuşmazlıkta davacı ödenmeyen fazla mesai ücretinin en yüksek banka mevduat faizi ile tahsilini talep etmiş; Mahkemece alacağın gerek dava dilekçesinde talep edilen kısmı, gerekse ıslah dilekçesinde istenen bölümü için kanuni faiz uygulanmasına karar verilmiştir.

Konuyu Yargıtay şu şekilde izah etmiştir:

“4857 sayılı Kanun’un 34 üncü maddesine göre gününde ödenmeyen ücretler için mevduata uygulanan en yüksek faiz oranı uygulanır.

Fazla çalışma ücreti, 4857 sayılı Kanun’un 34 üncü maddesi bağlamında ücret niteliğinde olup gününde ödenmeyen fazla çalışma ücretine mevduata uygulanan en yüksek faiz uygulanmalıdır.

Diğer taraftan kanuni faiz ve oranı, 3095 sayılı Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizine İlişkin Kanun’un (3095 sayılı Kanun) 1 … maddesinde düzenlenmiştir. 4857 sayılı Kanun’un 34 üncü maddesinde ifade edilen en yüksek mevduat faizinin de Kanun’da öngörülen bir faiz türü olduğu hususunda tereddüt bulunmamaktadır. Ancak kanuni faiz ile kanundan kaynaklı faiz, aynı faiz oranını ifade etmez (HGK, 2017/(7)9-1812 E., 2021/185 K.). Bu sebeple Mahkemece alacağın kanuni faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesi hâlinde hükümden anlaşılması gereken faiz oranı, 3095 sayılı Kanun’un 1 … maddesinde öngörülen faiz oranıdır.

Açıklanan nedenlerle hüküm altına alınan fazla çalışma ücretine 4857 sayılı Kanun’un 34 üncü maddesi uyarınca en yüksek mevduat faizi uygulanması gerektiği açıktır. Mahkemece, davacının dava ve ıslah dilekçesindeki açık talebine rağmen, Kanun’un açık hükmüne aykırı şekilde kanuni faize hükmedilmesi, kararın kanun yararına bozulmasını gerektirmiştir.”

Yargıtay 9. Hukuk Dairesi 2023/6814 E. , 2023/5538 K. Karar Tarihi: 13.04.2023

Trafik Kazasından Kaynaklı Tazminat Davalarında Uzamış Zamanaşımı

Trafik kazalarının sonucunda kişiler yaralanmakta veya hayatlarını kaybetmektedirler. Yaşanan bu olaylar kazada kusuru olanların tazminat yükümlülüğünü de doğurmaktadır. Mevzuatımız bu kazalardan kaynaklı olarak ölüm veya yaralanmalar nedeniyle istenecek tazminat sürelerini diğer haksız fiillerden farklı tutmuştur. Buna da uygulamada uzamış zamanaşımı denilmektedir.

TCK’da öngörülen zamanaşımı süreleri m. 66 hükmüne göre belirlenmektedir.

Buna göre zamanaşımı süresi;

Ölümlü trafik kazalarında 15 yıl,

Yaralamalı trafik kazasında 8 yıl,

Hem ölü hem yaralı varsa 15 yıl olarak uygulanacaktır.

Yargıtay’ın konuyla ilgili ilke kararı konunun açıklanması bakımından çok önemlidir:

“…Somut olayda olduğu gibi, trafik kazası sonucunda bir kimsenin yaralanmasına neden olunması, ona karşı işlenmiş bir haksız fiil niteliğindedir. Borçlar Kanunu’nun 41.maddesinde genel olarak haksız fiil tanımlanmış, 60.maddesinde de, haksız fiilden zarar görenin, bundan kaynaklanan zararının tazmini istemiyle açacağı davanın, zararı ve faili öğrendiği tarihten itibaren bir ve her halde haksız fiil tarihinden itibaren on yıllık zamanaşımı süresine tabi bulunduğu belirtilmiştir. Buna karşılık, 2918 Sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 109. Maddesinin ilk fıkrasında, yine bir haksız fiil niteliğindeki trafik kazalarından doğan tazminat taleplerinin tabi bulunacağı zamanaşımı süresi yönünden Borçlar Kanunu’nun 60.maddesindeki düzenlemeden farklı, özel bir hüküm getirilmiş; anılan hükümdeki bir yıllık zamanaşımı süresi, bu tür tazminat davaları yönünden iki yıl olarak düzenlenmiştir. Aynı Maddenin ikinci fıkrasında ise, davanın cezayı gerektiren bir eylemden doğması ve Ceza Kanununun bu eylem için daha uzun bir zamanaşımı süresi öngörmesi halinde, bu sürenin, maddi tazminat talebiyle açılacak davalar için de geçerli olacağı hükme bağlanmıştır.

Görüldüğü üzere, Borçlar Kanunu’nun 60. ve 2918 Sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 109/2.maddesindeki düzenlemeler, zamanaşımı süresinin başlangıcı yönünden birbirine paraleldir. Aralarındaki tek fark, zamanaşımı süresinin trafik kazalarından doğan tazminat talepleri bakımından bir yıl yerine, iki yıl olarak öngörülmesidir.
2918 S.K.nun 109/2.maddesindeki düzenlemenin gözden kaçırılmaması gereken yönü, ceza kanununda öngörülen daha uzun zamanaşımı (uzamış zamanaşımı) süresinin tazminat talebiyle açılacak davalar için de geçerli olabilmesinin, sadece eylemin ceza kanununa göre suç sayılması koşuluna bağlanmış bulunmasıdır. Eylemin ceza kanununda suç sayılmış olup olmadığı, kural olarak hukuk hakimince belirlenecektir. Söz konusu hüküm, ceza zamanaşımının uygulanabilmesi için, sadece eylemin aynı zamanda bir suç oluşturmasını yeterli görmekte; fail hakkında mahkumiyet kararıyla sonuçlanmış bir ceza davasının varlığı, hatta böyle bir ceza davasının açılması ya da zarar görenin o davada tazminat yönünden bir talepte bulunmuş olması koşulu aranmamaktadır. Ceza davasının açıldığı hallerde, sanığın mahkûmiyet kararından önce veya sonra ölmüş olması da, sonuca etkili değildir. Yine, söz konusu hükümde, ceza zamanaşımının uygulanması bakımından, sürücü ve diğer sorumlular (örneğin işleten) arasında bir ayırım da yapılmamış; böylece, kuralın bunların tümü için geçerli olduğu öngörülmüştür.

Ceza Kanununda öngörülen daha uzun zamanaşımı (uzamış zamanaşımı) süresi, her halde olay tarihinden itibaren işlemeye başlar; sürenin işlemeye başlaması için, zarar görenin zararı ve onun failini öğrenmesi koşulu aranmaz. Ancak, zarar veya onun faili, uzamış zamanaşımı süresinin bitmesinden sonra öğrenilmiş ise; davanın öğrenme tarihinden itibaren, 2918 S.K.nun 109.maddesindeki iki yıllık süre içerisinde açılması gerekir.
Öte yandan, uzamış zamanaşımı, suç sayılan eylemin failinin, tazminat davasının açılmasından önce veya davanın görülmesi sırasında ölmüş olduğu durumlarda, mirasçıları bakımından da uygulanır…”
 Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2008/4–326 E. , 2008/325 K., K.T.:16.04.2008

Mirası reddedilen kişinin üst soyuna mirasçı olunabilir mi?

Annesinin / babasının mirasını reddeden kişi daha sonradan ninesi / dedesinin ölümü üzerine mirasçı olabilir mi? Yahut kişilerin bu mirası da ayrıca reddetmesi gerekir mi?

Miras

Bir kimsenin ölümü üzerine mirasa ehil kanuni mirasçılarına, atanmış mirasçılarına, vasiyetname ile yararına vasiyet edilenlere, terekenin intikal etmesidir.* Türk Medeni Kanunu’na göre murisin mirası bir kül halinde mirasçılara geçer. Ancak kimse bir mirası kabule zorlanamaz. Terekenin kendisine intikal etmesini istemeyen mirasçılar 3 ay içinde mirası reddedebilirler.

Muristen kalan borç vb. nedenlerle mirası reddeden kişiler açısından yaşanan sorunlardan biri de murisin üst soyu (anne, babası) hayatta ise bu kişilerden mirası reddedenlere miras kalıp kalmaması konusudur. Diğer bir deyimle annesinin / babasının mirasını reddeden kişi daha sonradan ninesi / dedesinin ölümü üzerine mirasından pay alabilir mi? Yahut kişilerin bu mirası da ayrıca reddetmesi gerekir mi? Bu soruya yanıt verebilmek için öncelikle Türk Medeni Kanunu’nun bazı hükümlerini incelemek yararlı olacaktır.

Annesinin / babasının mirasını reddeden kişi daha sonradan ninesi / dedesinin ölümü üzerine mirasından pay alabilir mi? Yahut kişilerin bu mirası da ayrıca reddetmesi gerekir mi?

MADDE 575 Miras, mirasbırakanın ölümüyle açılır. Mirasbırakanın sağlığında yapmış olduğu mirasla ilgili kazandırmalar ve paylaştırmalar, terekenin ölüm anındaki durumuna göre değerlendirilir.’

MADDE 580 Mirasçı olabilmek için mirasbırakanın ölümü anında mirasa ehil olarak sağ olmak şarttır.

Mirasın açıldığı anda sağ olan mirasçı sonradan ölürse onun miras hakkı kendi mirasçılarına kalır.’

MADDE 495 Mirasbırakanın birinci derece mirasçıları, onun altsoyudur.

Çocuklar eşit olarak mirasçıdırlar; Mirasçı olabilmek için

Miras bırakandan önce ölmüş olan çocukların yerini, her derecede halefiyet yoluyla kendi altsoyları alır.

Mirasçı olabilmek için gerçek kişinin mirasçı olma ehliyetine sahip olması gerekir. Bu da kişinin hak ehliyetine sahip olmasından ibarettir.’

Bu hükümlere dayanarak vurgulanması gereken husus, mirasın doğrudan doğruya soybağıyla ilişkili olduğudur.

Mirasın reddi, red eden kişiyle mirası reddedilen kişinin terekesi ile olan bağı ortadan kaldırır. Soybağına etkisi yoktur.

Bu nedenle kimin mirası reddedilmişse yalnızca onun terekesi ile olan bağ kesilmiştir. Dede / nine ile torunları arasındaki soybağı varlığı da sürdüğü için ve mirasçı olmanın şartı öncelikle sağ olmak olduğu için (cenin istisna) mirası reddedilen annenin / babanın mirasçılığa hak kazanması söz konusu olamayacaktır. Zira baba hayattayken dedenin mirası açılmamıştır. Bu nedenle dedenin / ninenin mirası, anne / baba üzerinden torunlara değil doğrudan torunlara intikal edecektir. Tüm bu nedenlerden dolayı torunların, anne / babalarının mirasını reddetmeleri dedelerinden / ninelerinden miras almalarına engel değildir. Buradan varılması gereken bir diğer sonuç ise üst soyun mirası reddedilmiş olsa dahi, muristen daha sonra vefat eden üst soyun (dede / nine) mirası ayrıca reddedilmelidir.**

Konuya ilişkin Yargıtay 1.H.D. ise bir kararında ise şu ifadelere yer vermiştir;

‘Öte yandan, davacılar Y. ve E. miras bırakan R.’den önce ölen oğlu T.’den olan torunlarıdır.
Bunlar babaları T. in mirasını usulü dairesinde reddetmiştir.
Her ne kadar Türk Medeni Kanunu’nun 611. maddesi hükmü gereğince yasal mirasçılardan biri mirası reddederse onun payı miras açıldığı zamanı kendisi sağ değilmiş gibi hak sahiplerine geçerse de somut olayda T. kendi murisine ait mirası reddetmemiş Y. ve E.T.’den gelen mirası reddetmişlerdir.
O halde kendi murisine ait mirası reddeden bu kişilerin muris muvazaasına dayalı olarak açtıkları davanın dinlenilmesine yasal açıdan olanak bulunmamaktadır.’

(Yargıtay 1. HD. Esas No: Karar No: 2009/3989 2009/7600 Karar Tarihi: 30.06.2009)

Konuya ilişkin karşıt görüş içeren 1951 tarihli bir Yargıtay kararı da bulunmaktadır;

‘Babasının mirasını reddeden evlat, babasından sonra ölen babaannesinin mirasçısı olur; babasının mirasını reddetmesi durumu babaannesinden mirasçı olmasına engel teşkil etmez.’ (2.HD. 6.2.1951 T. 7527 / 989)

Sonuç olarak, kanımızca mirası reddedilen kişinin üst soyunun mirasını reddetmemiş sayılmalıdır. Yargıtay da kişilerin, mirasını reddettiği murislerinin üst soyundan miras kalabileceğini kabul etmiş, ancak bu mirasa ilişkin muvazaa davasında taraf ehliyetlerinin olmadığını savunmuştur.

* E. Şener, Hukuk Sözlüğü, s.525

** Bu makaledeki bilgiler yazarın şahsi kanaatleri olup kesinlikle hukuki tavsiye niteliği taşımamaktadır. Her somut olayın içeriğinin spesifiklik arz etmesi nedeniyle sorununuza profesyonel destek almanız tavsiye edilir.

Kat Karşılığı İnşaat Sözleşmelerinde Hangi Mahkeme Görevlidir?

Kat karşılığı inşaat sözleşmelerinde ifa öncesi yahut ifa sonrası yaşanan uyuşmazlıklarda pek çok zaman tarafların görevli mahkemenin tayini konusunda sorunlar yaşadığı görülmektedir. Burada dikkat edilmesi gereken en temel etken tarafların niteliğidir.

Kat karşılığı inşaat sözleşmelerinin eser sözleşmesinin özgü bir tipi olduğu göz önünde bulundurulduğunda, her iki tarafın tacir olmadığı yahut bir tarafın tacir olduğu sözleşmeden kaynaklanan davalarda asliye hukuk mahkemeleri görevli olacağını ifade etmek gerekir. Nitekim Yargıtay da, kat karşılığı inşaat sözleşmelerinin nitelik olarak Tüketici mahkemelerinin görev alanına giren eser sözleşmelerinden olmadığını pek çok kararında ifade etmiştir.

Ayrıca TTK m.4 gereği, sözleşmede her iki tarafın tacir olması ve sözleşmenin her iki tarafın ticari işletmesi ile ilgili olması durumunda ticaret mahkemesinin görevli olacağını da belirtmek gerekir. Her ne kadar tacirin borçlarının ticari olması asıl olsa da kat karşılığı inşaat sözleşmelerinin TTK m.4’te sayılan mutlak ticari davalardan olmadığı göz önünde bulundurulmalıdır.

Yargıtay da güncel bir kararında bu hususlara değinmiştir;

20. Hukuk Dairesi 2015/16286 E. , 2016/2177 K.

“Dava ve Karar: Dava, kat karşılığı inşaat sözleşmesine aykırılık nedeni ile sözleşmenin sona erdiğinin tespiti ve maddi tazminat istemine ilişkindir. … Tüketici Mahkemesince, davacının tüketici olmayıp tacir gibi hareket ettiği gerekçesiyle görevsizlik kararı verilmiştir. … Asliye Ticaret Mahkemesince ise, taraflar arasındaki işlemin tüketici ilişkisi olduğu gerekçesiyle karşı görevsizlik kararı verilmiştir.

28.05.2014 tarihinde yürürlüğe giren 6502 sayılı Kanunun 3. maddesi (I) bendinde “gerçek veya tüzel kişilerle tüketiciler arasında kurulan eser sözleşmelerini tüketici işlemi kapsamına almıştır. Kanunun 73/1. maddesi ise tüketici işlemlerinden doğan davalarda tüketici mahkemelerinin görevli olduğu belirlenmiştir.

6502 sayılı Kanunun 3. maddesi gerekçesinde eser sözleşmelerinin kanun kapsamına alınmasına herhangi bir açıklama getirilmemiştir. Ancak kanunun sistematiği nazara alındığında kanunda zikredilen eser sözleşmelerinden kastın; ticari ve mesleki olmayan amaçlarla, salt kişisel ihtiyaçları için kullanma ve tüketme amacıyla gerçek ve tüzel kişi ile tüketici arasında yapılan eser sözleşmeleri olduğu anlaşılmaktadır. Arsa payı karşılığı inşaat sözleşmeleri 818 sayılı BK’nın 155 vd. maddelerinde düzenlenen eser sözleşmelerinin kendine özgü bir türüdür. Bu sözleşmelerin bir tarafı arsa sahibi diğer tarafı yüklenicidir. Bu tür sözleşmelerde arsa sahibinin Tüketici Kanununda 3/k maddesindeki tüketici tanımına uymadığı anlaşılmaktadır.

Arsa payı karşılığı inşaat sözleşmelerinde arsa sahibi açısından güdülen amaç kullanmak için konut edinmek değil arsasını değerlendirmektir. Bu nedenle arsa sahibinin arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi imzalarken güttüğü saikin 6502 sayılı Kanunda tanımlanan tüketicinin saikinden farklı olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Arsa payı karşılığı inşaat sözleşmelerine konu işin üst düzey teknolojiyi gerektirmesi, sözleşme kapsamında taşınmaz satış vaadi ve inşaat sözleşmelerinin de bulunduğu nazara alındığında 6502 sayılı Kanunda kanun koyucunun salt kullanma ve tüketme amacına yönelik mutfak, dolap yaptırmak araç tamiri yapmak gibi dar kapsamlı eser sözleşmelerini kastettiği, arsa karşılığı inşaat sözleşmelerinin ise bu kapsamda olmadığının kabulü gerekir.

Somut olayda, davacı vekilinin, taraflar arasında kat karşılığı inşaat sözleşmesi düzenlendiği, davacının inşaat yapılması amacıyla taşınmazı teslim ettiği ancak davalının sözleşme gereği üzerine düşen yükümlülükleri yerine getirmediği ve sözleşmenin feshine neden olduğu iddiasıyla, sözleşmenin sona erdiğinin tespiti ile uğranılan zararların tazmini istemiyle dava açtığı anlaşılmaktadır.

Bu durumda, eldeki davada uyuşmazlığın 6502 sayılı Kanun kapsamında kalmadığı, davalı şirket tacir ise de, davacının gerçek kişi olup, tacir olmadığı, anlaşılmakla, davanın HMK’nın 2. maddesi uyarınca genel hükümlere göre asliye hukuk mahkemesinde görülüp sonuçlandırılması gerekmektedir.

Her ne kadar, görev uyuşmazlığı, tüketici mahkemesi ile asliye ticaret mahkemesi arasında ise de, görev kamu düzenine ilişkin olup, yargılamanın her aşamasında re’sen gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Dosyada, asliye hukuk mahkemesi tarafından verilen bir görevsizlik kararı yok ise de, tüketici ve asliye ticaret mahkemelerinin, verilen görevsizlik kararları ile davadan çekildikleri ve 6100 sayılı HMK’nın 22/2. maddesi uyarınca da Yargıtayca yargı yeri belirlenmesi gerektiğinden, … Nöbetçi Asliye Hukuk Mahkemesi yargı yeri olarak tayin edilmiştir.” şeklinde hüküm kurmuştur.

Yine Yargıtay bir başka kararında;

“…Dava, taraflar arasındaki arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi ön protokolünün geçersizliğinin, feshedildiğinin ve bu sözleşme uyarınca verilen bonodan dolayı borçlu olunmadığının tespiti istemine ilişkindir. Davacı talebi, münhasıra kambiyo hukukuna dayanan sebeplerle menfi tespit istemini içermeyip temel ilişkiye dayandığı gibi, eser sözleşmesi niteliğindeki arsa payı karşılığı inşat sözleşmesi ön protokolünün geçersizliğinin ve feshinin tespitini de içermektedir. Dava, 14.09.2012 tarihinde açılmış olup, Mahkemece 6098 sayılı TBK’nın 470. vd. maddelerine de dayanan davanın, 6102 sayılı TTK’nın 4. maddesinde sayılan, diğer anlatımla bu maddede 818 sayılı TBK’na atıf yapan sözleşmelere ilişkin olmadığından mutlak ticari davalardan olmadığı ve davacının tacir sıfatının bulunmadığı, diğer anlatımla her iki tarafın ticari işletmesiyle ilgili hukuk davası (nispi ticari dava) niteliğinde de olmadığı gözardı edilmiştir. Bu durumda, davanın mutlak ticari dava olmadığı dikkate alınarak, uyuşmazlığın esası incelenip sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm tesisi doğru olmamıştır…”

ifadelerine yer vererek durumu açıklığa kavuşturmuştur. (23. Hukuk Dairesi 2013/239 E. , 2013/1677 K.)

Yazıdaki görüşler şahsi kanaatim olup hukuki tavsiye niteliğinde değildir.

Soru-Cevaplarla Adi Şirket

Adi şirket, hukukumuzda temel bir ortaklık türünü ifade etmektedir. Bir hukuki ilişki Türk Ticaret Kanunu’ndaki ticaret ortaklıklarının temel unsurlarını taşımıyorsa, adi ortaklık bu ilişkiye ikincil bir ortaklık olarak uygulanan hüküm konumundadır. Adi ortaklık Türk Borçlar Kanunu’nun 620. ila 649. maddeleri arasında düzenlenmiştir.

SORU: Adi şirketin genel özellikleri nelerdir?

Adi şirket, hukukumuzda temel bir ortaklık türünü ifade etmektedir. Bir hukuki ilişki TTK’daki ticaret ortaklıklarının temel unsurlarını taşımıyorsa, adi ortaklık bu ilişkiye ikincil bir ortaklık olarak uygulanan hüküm konumundadır.

  • Kurulumu şekle bağlı değildir.
  • Adi ortaklık genellikle geçici ilişkiler için kurulur.
  • Adi şirketin malları üzerinde elbirliği mülkiyeti vardır, ancak sözleşmeye koyulacak bir hüküm ile paylı mülkiyet de benimsenebilir.
  • Ortakların her biri kendi adına tescil işlemi yapar; çünkü şirketin bir tüzel kişiliği yoktur.
  • Adi şirketin kendisi kural olarak ticaret siciline tescil edilmez.
  • Joint Venture, konsorsiyum, iş ortaklığı gibi adi şirket oluşumları taraflar isterlerse yazılı sözleşme ve noter tasdikli imza ile ticaret siciline tescil ettirilebilir (Gümrük ve Ticaret Bakanlığı Tebliğ, 2009/2).

SORU: Adi şirketin ticaret unvanı nasıl olmalıdır?

Ortakların hepsinin ad ve soyadı veya birinin adı ve soyadının yanında birden fazla kişi olduğunu belirten bir ifade adi şirketin ticaret unvanını oluşturabilir.

SORU: Adi şirketin kuruluşu şekle tabi midir?

Adi şirketin kuruluşu şekle tabi değildir; iki kişinin arasındaki sözlü bir anlaşma veya örtülü bir irade beyanı ile dahi bir adi şirket kurulabilir. Bununla birlikte adi şirketin tarafları tacirse, ileride çıkacak bir uyuşmazlıkta biz bunlardan basiretli bir tacir gibi davranma yükümlülüğü nedeniyle bir sözleşme yapmış olması gerektiğini de düşünebiliriz. Kural bu olmakla berber; eğer kişiler şirketin kuruluşundan önce bir sözleşme yapmışlarsa ve bu sözleşmede şirketin kuruluşu için bir şekil şartı getirilmişse, bu şekil şartına uyulması gerekir. Unutulmamalıdır ki, adi şirket sözleşmesi herhangi bir şekle tabi değildir ancak sözleşmede sermaye olarak şirkete getirilen unsurlar içerisinde şekle tabi unsurlar varsa (marka hakkı, gemi, gayrimenkul gibi) bunların tabi olduğu şekil şartının mutlaka yerine getirilmesi gerekir. Eğer bu şekil şartlarına uyulmazsa sözleşmenin ilgili hükmü geçersiz olacaktır.

SORU: Adi şirket ortakları hangi vasıflara sahip olmalı? Tüzel kişiler adi şirkete ortak olabilirler mi?

Adi şirket her ne kadar şahıs şirketi özellikleri barındırsa da, ortakları hem gerçek kişiler hem de tüzel kişiler olabilir. Hatta amacına ulaşmak için ticari işletme işleten dernekler de adi şirketin tarafı olabilirler. Bununla birlikte eğer dernek, kurum; kuruluş kamuya yararlıysa, adi şirketin tarafı olamayacaktır. Kural olarak bu ortakların hepsi eşit hak ve yükümlülüklere sahiptir, buna eşitlik prensibi denir.

SORU: Alt katılım ortaklığı nedir?

Alt katılım, dış ilişkide bir ortaklık olarak öne çıkmayan; işlemlerde bulunan kişinin kendi adına faaliyette bulunduğu; alt katılanın kar-zarar, yönetim-denetim hakkına sahip olduğu; alt katılanın koyduğu sermayenin aktif ortağın mal varlığı haline geldiği bir ortaklıktır ve nitelik olarak bir adi şirkettir. Burada görünürde bir ortaklık bulunmamaktadır, 3. Kişilerin bilmediği, tarafların iç ilişkilerinde kurulan bir ortaklık söz konusudur ve dış ilişki bakımından ispat edilinceye kadar mevcut değildir. Dışarıdan görünen ve işlemlerde bulunan kişiye aktif ortak, diğerine ise alt katılan adı verilir. Alt katılım ortaklığında dış ilişkide sorumlu olan hep aktif ortaktır ve dolayısıyla alacaklılar alt ortağa gidemez; çünkü görünürde ortak değildir. Daha sonra aktif ortak ile alt katılan arasında rücu ilişkisi söz konusu olacaktır. Unutulmamalıdır ki bu bir temsil ilişkisi değildir; tasfiye açısından adi şirketin tasfiyesi hükmü uygulanır.

SORU: Konsorsiyum nedir?

Konsorsiyumlar, Kamu İhale Kanunu’nda düzenlenmektedir ve ortak girişime çok benzerler. Ancak ortak girişimde bir araya gelen teşebbüslerin hepsi işin tamamının yapılmasından sorumlu iken konsorsiyumda, hangi teşebbüsün işin hangi kısmından sorumlu olduğu, yani görev tanımları sözleşmede belirtilmiştir. Örneğin bir köprü yapım ihalesine girilmişse teşebbüslerin biri köprünün ayağından, biri asfaltından biri de elektrifikasyonundan sorumlu olabilir. Dolayısıyla burada tam anlamıyla bir müteselsil sorumluluktan bahsedemeyiz, her teşebbüs yaptığı işten sorumludur.

Hak ve Sorumluluklar

SORU: Adi ortaklıkta ortakların hak ve sorumlulukları nelerdir?

Katılım Payı (Sermaye) Borcu (TBK m.621):

Adi ortaklığa sermaye olarak para, alacak, kıymetli evrak ve sermaye şirketlerine ait paylar; Fikrî mülkiyet hakları; Taşınırlar ve her çeşit taşınmaz; Taşınır ve taşınmazların faydalanma ve kullanma hakları; Kişisel emek; Ticari itibar; Ticari işletmeler; Haklı olarak kullanılan devredilebilir elektronik ortamlar, alanlar, adlar ve işaretler gibi değerler; Maden ruhsatnameleri ve bunun gibi ekonomik değeri olan diğer haklar; Devrolunabilen ve nakden değerlendirilebilen her türlü değer, konabilir.

Sermaye koymak, her bir ortağın diğer ortaklara olan borcudur; her ortak, sermaye getirme borcu altındadır. Şayet şirket sözleşmesinde aksine hüküm yok ise, ortakların eşit değerde sermaye getirmeleri gerekir. Bu borcun ifa edilmemesinin yaptırımı, Şirket, her ortağın sermaye koyma borcunu yerine getirmesini isteyebileceği ve dava edebileceği gibi, yerine getirmede gecikme sebebiyle uğradığı zararın tazminini de isteyebilir. Tazminat istemi için ihtar şarttır. Bu davayı ortaklar açabilir. Sermaye para ise, gecikmiş ifa ile birlikte temerrüt faizi istenebilir; tazminat sözleşmede öngörülmüş ise cezai şart talep edilebilir; haklı neden oluşmuş ise şirketin feshi yoluna gidilebilir. Bir ortak, sermaye borcunu ifa etmeyen diğer bir ortağa karşı dava açabilir (actio pro socio). Bu dava, bir ortağın, şirkete karşı borçlarını ifa etmeyen diğer ortak veya ortaklara karşı, ifayı sağlamak veya borçlunun şirkete karşı sorumluluğunu sağlamak amacıyla açtığı bir davadır.

Kazanca, Zarara ve Tasfiye Sonucuna Katılma (TBK m.642-m.643):

Adi şirkette ortaklar, niteliği gereği şirkete ait olan bütün kazançları aralarında bölüşmekle yükümlüdürler. Sözleşmede aksine hüküm yoksa kazanç ve zarar eşit şekilde paylaşılır. Bazen şirkete sermaye olarak emek koyulabilir. Kanun koyucu, emeğini sermaye olarak getiren kişinin zarara katılamayacağını öngören sözleşme hükümlerini geçerli saymıştır. Şirket sona ermiş ve tasfiye yapılmış ise, geriye kalan artık değer ve zarar da ortaklar arasında paylaştırılır.

Rekabet Etmeme Borcu (TBK m.626):

Ortaklardan hiçbiri kendilerinin veya üçüncü kişilerin menfaatine olarak, şirkete zarar verecek ve şirket gayesine aykırı düşecek işleri yapamaz, rekabet oluşturan fiilleri başkası hesabına da yapamaz. Rekabet yasağına aykırı davranılmasının yaptırımı, tazminat istenilebilir veya tazminat yerine bu ortağın kendi adına yaptığı işleri şirket adına yapılmış saymakta, üçüncü kişilerin hesabına yapmış olduğu işlerden doğan menfaatlerin şirkete bırakılmasını istemekte serbesttir. Ayrıca, haklı nedenle fesih yoluna gidilebilir.

İnceleme Hakkı (TBK m.631):

Ortak, yönetim yetkisi olmasa bile, ortaklık işlerini inceleme hakkı ve yetkisine sahiptir. Emredici hükümdür. TBK m.631’e göre :“Yönetim yetkisi olmasa bile, her ortağın, ortaklığın işleyişi hakkında bilgi alma, defter ve kayıtlarını inceleme, bunlardan örnek alma ve mali durumu hakkında özet çıkarma hakkı vardır. Aksine sözleşmeler kesin olarak hükümsüzdür”.

Gider, Faiz ve Ücret İsteme Hakkı (TBK m.627):

Ortaklardan birisi, şirket işlerini yürütürken birtakım giderler yapmış veya borçlar üstlenmiş ya da zarara uğramış ise, diğer ortaklar ona karşı sorumlu olurlar. Şirkete avans olarak para veren ortak, verdiği günden itibaren faiz isteyebilir.

Kar Zarar Paylaşımı, Temsil

SORU: Adi şirkette kar ve zarar paylaşımı nasıl olur?

Türk Borçlar Kanunu’nun 622. maddesi, emredici bir hükümdür. Kural olarak kar ve zarar paylaşılacaktır ve aksine bir hüküm yoksa, bu paylaşım eşit olarak yapılır. Sözleşmede kara ilişkin paylaşım hükmü konulmuş ancak zarar için konulmamış ise; bu durumda kar için belirlenen oran zarar için de geçerlidir (veya tam tersi). Eğer bir ortak sermaye olarak emeğini getirmişse, bu ortağın zarara katılmayacağı öngörülebilir ancak bu durumun gerçekleşmesi için mutlaka şirket sözleşmesinde hüküm bulunmalıdır. Kar ve zararın paylaşımı yönetici ortaklar tarafından gerçekleştirilir ve yöneticiler, yılda en az bir defa kar dağıtmak zorundadırlar. Adi ortaklıklarda hesap dönemi dolduğu an karın kendiliğinden bir alacak haline geldiğini söyleyemeyiz, bir ortak ancak yöneticiyi karın dağıtılmasına teşvik edebilir. Bununla birlikte gecikmiş avanslar için faiz istenmesi mümkündür.

SORU: Adi şirketin temsili nasıl olur?

Kanun, yöneticinin aynı zamanda temsile yetkili olduğunu varsaymış ise de, bunun aksi kararlaştırılabilir. Temsil yetkisine sahip yönetici ortağın yapacağı önemli tasarruf işlemlerine ilişkin yetkinin, bütün ortakların oybirliğiyle verilmiş olması ve yetki belgesinde bu hususun açıkça belirtilmiş olması şarttır. Temsilci tarafından yapılan işlemlerin şirket adına olduğunun karşı tarafa açıklanması gerekir. Karşı taraf temsil ilişkisini biliyor veya bilmesi gerekiyor ya da işlemin kiminle yapıldığı üçüncü kişi bakımından fark yaratmıyor ise yine yapılan işler şirketi bağlar.

SORU: Adi şirkette ortakların dışa karşı sorumluluğu nasıldır?

Adi ortaklığın tüzel kişiliği olmadığından, ortakların şirket borçlarından dolayı sorumluluğu birinci derecede, sınırsız ve kural olarak müteselsildir. Bir ortağın işlediği haksız fiilden dolayı sorumluluk ise yalnız o ortağa aittir.

SORU: Adi Şirkette olağanüstü işlemler nelerdir?

Türk Ticaret Kanunu’nun 223. Maddesinde olağanüstü işlemler sayılarak kollektif ortaklıkta olağan ve olağanüstü işlemler sayılmıştır. Bu işlemler kıyas yoluyla adi ortaklık ve diğer ortaklıklarda da uygulama alanı bulur. Maddede; “şirketin yönetimi kapsamındaki hususlar, şirketin amacını ve konusunu elde etmek için yapılması gereken olağan işlem ve işler ile sınırlıdır.” Denilmiştir. Ayrıca bu maddeye göre şirketi yönetenler, şirket menfaatine uygun gördükleri işlerde, olağan işlem ve işlerle sınırlı olmak şartıyla, sulh, feragat ve kabul ile tahkime de yetkilidirler. Bunların ardından olağanüstü işlemler sayılmıştır:

  • Bağışta bulunmak
  • Kefil olmak
  • Üçüncü kişi lehine garanti vermek
  • Ticari mümessil tayin etmek
  • Şirket konusuna girmiyorsa taşınmazları satmak, satın almak, teminat göstermek
  • Şirketin özüne ilişkin üretim araçlarını elden çıkarmak, rehnetmek veya ticari işletme rehni kurmak

Kanun koyucu bu işlemlerin gerçekleşmesinde ortakların oybirliğini şart koşmuştur. Ayrıca belirtmek gerekir ki; Eğer yönetici yetkisini aşan bir işlemde bulunmuşsa, 630. Maddenin vekalete atıf yapması nedeniyle vekaletsiz iş görme hükümleri uygulama alanı bulacaktır.

Yönetim

SORU: Adi şirketin karar alma mekanizması nasıldır?

Adi şirketteki ortakların hepsi, kural olarak eşit yönetim yetkisine sahiptir, yani olağan yönetim işlerini hepsi şirket adına tek başına yapabilirler. Bütün ortakların bir araya gelerek karar almaları gereken hususlara ise ortaklar kararı adı verilir. Adi şirketin olağanüstü işleri, ortaklık kararı ile alınmalıdır. Örneğin şirket sözleşmesinde yapılacak olan bir değişiklik, yönetici ortak atanması, sermayenin artırılması, dava açmak, ortaklığın sona erdirilmesi gibi kararlar, ortaklar kararı ile alınmalıdır. Kural olarak ortaklar kararı, oybirliği ile alınır ancak sözleşmeye koyulacak bir hüküm ile oybirliği yerine oy çokluğu prensibi de benimsenebilir. Bununla birlikte sözleşme değişikliğinin mutlaka oybirliği ile karar bağlanması gerektiği düşünülmektedir, bu kuralın sözleşme ile değiştirilmesi de mümkün değildir.

SORU: Adi ortaklıkta yönetim nasıl gerçekleşmelidir?

Adi şirketlerde kural olarak her ortağın yönetim yetkisi söz konusudur, bunun temeli de ortakların zaten güven ilişkisi içerisinde bir araya gelmiş olması düşüncesidir. Yönetim yetkisine sahip olan bu ortaklar, aksi kararlaştırılmadıysa şirketin olağan işlerinde, yani şirketin konusunu gerçekleştirmek amacına yönelmiş her tür işlemde, tek başlarına karar verme yetkisine sahiptirler. Bununla birlikte ortakların yönetim yetkilerini diğer ortaklardan birine veya birkaçına ve hatta 3. kişilere devretmeleri de mümkündür. Örneğin; yö netim bu şekilde devredildi ve yönetici ortaklardan bir tanesi ortaklığa zarar verecek bir işlem gerçekleştirdi. Bu işleme, ancak yönetim yetkisine sahip diğer ortaklar itiraz edebilirler, yani yönetim yetkisini devretmiş olan ortağın artık söz hakkı yoktur. Ayrıca ortakların itirazda bulunabilmeleri için söz konusu işlemin sonuçlanmamış olması gerekir. Bu itiraza veto hakkı denir ve söz konusu işlemi durduracaktır. Veto hakkının kullanımından sonra bu konu bir olağanüstü işlem haline gelir ve işlemin gidişatı ile ilgili tüm ortakların birlikte karar vermeleri gerekir. Yönetim yetkisine sahip ortakların haksız fiilleri, şirketin işlerini yürütürken yapılsa dahi, yönetim kapsamında değerlendirilmez. Bir hukuki işlem yaptıkları zaman tüm ortaklar bunun sorumluluğunu paylaşırlar ancak bir haksız fiil söz konusuysa bunun sorumluluğu münferittir. Genel itibariyle yöneticiler ve ortaklar arasındaki ilişki, vekalet sözleşmesi hükümlerine tabidir.

SORU: Adi ortaklıkta yöneticilerin hakları nelerdir?

Yöneticiler şirketin işleyişi için gerekli işlemleri yaparken çeşitli masraflara katlanmak zorunda kalabilirler. Bu durumlarda ne olacağı Türk Borçlar Kanunu’nun 627. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre yöneticiler, masraflara diğer ortakların katılmasını talep edebilirler ve verdikleri avanslar için faiz talep edebilirler. Eğer şirket sözleşmesinde yönetici ortağa, yönetimi üstlendiği ayrıca bir ücret verilmesi kararlaştırılmışsa bu mümkündür, ancak aksi halde böyle bir talepte bulunamaz. Bununla birlikte yönetici statüsünde olmayan ve yükümlü olmadığı halde fazladan emek harcayan ortağın adil bir ücret isteme hakkı vardır.

SORU: Adi ortaklıkta yöneticilerin ne tür yükümlülükleri vardır?

Bu sorunun cevabı Türk Borçlar Kanunu’nun 628 vd. hükümlerinde yer almakta olup, yöneticilerin yükümlülüklerini üç başlık altında sıralamak mümkündür:

  • Özen Yükümlülüğü
  • Hesap Verme Yükümlülüğü
  • Denetime Müsaade Yükümlülüğü

Özen Yükümlülüğü

Türk Borçlar Kanunu’nun 628. Maddesine göre, yöneticilerin özen yükümlülüğü iki kategoride incelenmelidir. Eğer ücret alan bir yönetici söz konusuysa bu yönetici vekil gibi sorumlu olacaktır ve onun gibi basiretli bir yöneticinin bir işte nasıl davranması gerekiyorsa o şekilde davranması beklenir, yani burada beklenen objektif bir özendir. Bunun yanında eğer ücret alamayan bir yönetici söz konusu ise kendi işlerinde göstermesi beklenen özeni göstermesi yeterlidir.

Hesap Verme-Denetime Müsade Yükümlülüğü

Türk Borçlar Kanunu’nun 630. Maddesine göre kanunda veya ortaklık sözleşmesinde aksine hüküm bulunmadıkça, yönetici ortaklar ile diğer ortaklar arasındaki ilişkiler, vekâlet sözleşmesine ilişkin hükümlere tabidir. Ortaklığı yönetme yetkisi bulunmayan bir ortağın, ortaklığın işlerini görmesi veya bu yetkiye sahip ortağın yetkisini aşması hâllerinde, vekâletsiz iş görmeye ilişkin hükümler uygulanır. Yönetici ortaklar, yılda en az bir defa hesap vermek ve kazanç paylarını ortaklara ödemekle yükümlüdürler. Hesap döneminin uzatılmasına ilişkin anlaşma kesin olarak hükümsüzdür. Ortaklığı yönetenin ortaklardan birisi olmaması durumunda da aynı kural uygulanır.

Eğer yönetici ortak diğer ortaklara herhangi bir zarar vermişse bundan dolayı sorumludur ve eğer yönetici ortak birden fazlaysa, bu durumda bunlar bu işlemden dolayı hepsi müteselsilen sorumlu olacaklardır; yöneticinin işlerin incelenmesine izin verme yükümlülüğü vardır ve diğer yönetici ortaklar da incelemeleri gereken bu işlerde veto hakkını kullanma yetkisi varken kullanmadıkları için sorumluluğu paylaşırlar. Yönetimdeki faaliyetlerin paylaşılması iç ilişkide geçerlidir ancak tüm ortaklar dışarıya karşı müteselsilen, 1. Derece ve tüm mal varlıkları ile sorumlulardır; çünkü dış ilişki devreye girdiği an bu iş yönetim alanından çıkıp temsil alanına girmiştir. Üçüncü kişiler, yöneticinin işleminden doğan bir borçtan dolayı yönetim yetkisi olmayan ortağa da başvurulabilir, ancak bu ortak daha sonra iç ilişkide yönetici ortaklara rücu edebilecektir.

SORU: Adi ortaklıkta yönetim yetkisi nasıl geri alınabilir?

Eğer kişiye yönetim yetkisi yazılı bir şirket sözleşmesi ile verilmişse, kural olarak ancak yine şirket sözleşmesinde yapılacak bir değişiklik ile geri alınabilir ve bu durum olağanüstü iş sayıldığı için böyle bir değişiklikte oybirliği gerekmektedir. Bununla birlikte yönetim yetkisi yazılı bir şirket sözleşmesi ile verilmiş olsa dahi, yönetici ortak diğer şirketlere bilgi sızdırmak, kasadan para çalmak gibi işler yapıyorsa veya akıl hastalığı gibi bir durum ortaya çıkarsa bu bir haklı sebep oluşturur ve bu durumda ortaklardan herhangi birinin talebi ve noterden düzenleteceği bir azil ihbarıyla görevden alınabilir. Yönetim yetkisi ortakların sonradan aldığı bir ortaklık kararı ile devredilmişse, yine bir ortaklık kararı ile yöneticinin yetkisine son verilebilir. Haklı sebep söz konusuysa, yine aynı şekilde ortaklardan herhangi birinin talebi ve noterden düzenleteceği azil ihbarı ile görevden alınabilecektir. Yönetici ortağın ölümü, gaiplik kararı, ehliyet kaybı veya istifası gibi durumlar da yönetim yetkisinin sona ermesi nedenleri arasındandır. Bununla birlikte, yöneticinin istifası durumunda bu istifanın uygun bir zamanda istenmesi gerekmektedir, aksi takdirde şirketin uğradığı zararı karşılamakla yükümlü olacaktır. Sözleşmede, yönetici ortağın görev süresine dair bir hüküm varsa bu sürenin sona ermesi ile birlikte yönetim yetkisi de sona erecektir veya sözleşmede bir özel sona erme nedeni öngörülmüş ve bu gerçekleşmişse bunun gerçekleşmesi ile de yönetim yetkisi yine sona erecektir. Ortaklar dilerlerse bir otaklık kararı ile bunun uzatılmasını kararlaştırabilirler.

Çıkma, Çıkarılma ve Sona Erme(TBK m.633-634)

SORU: Adi şirkette şirketten çıkma veya çıkarılma hangi hallerde ve nasıl gerçekleşir?

Bir ortağın fesih bildiriminde bulunması, kısıtlanması, iflası, tasfiyedeki payının cebri icra yoluyla paraya çevrilmesi veya ölmesi halinde, sözleşmede ortaklığın diğer ortaklarla devam edeceğine ilişkin bir hüküm varsa, o ortak veya temsilcisi ya da ölen ortağın mirasçısı ortaklıktan çıkabilir veya diğer ortaklar tarafından yazılı olarak yapılacak bir bildirimde ortaklıktan çıkabilirler. Bunlar kanunda sayılan hallerdir.

Kanunda sayılan bu haller dışında da, çıkarılmayı gerektiren nedenler bakımından sözleşmeye hüküm konulabilir. Bu nedenler, aynı zamanda ortaklığın haklı nedenle feshine yol açacak nitelik taşıyabilir. Ortaklığı sona erdirmek yerine ilgili ortağı çıkarmak, diğer ortaklar için tercih nedeni olabilir.

SORU: Adi şirketten çıkma ve çıkarılma hangi sonuçları doğurur?

Bir ortağın şirketten çıkması veya çıkarılması durumunda payı, diğer ortaklara payları oranında kendiliğinden geçer. Diğer ortaklar, ortaklıktan çıkan veya çıkarılan ortağa, kullanımını ortaklığa bıraktığı eşyayı geri vermekle yükümlü oldukları gibi, kendisini ortaklığın muaccel borçlarından doğan müteselsil sorumluluktan kurtararak, ortak sıfatının sona erdiği tarihte ortaklık tasfiye edilmiş olsaydı ödenmesi gereken tasfiye payını ödemekle yükümlüdürler. Ayrıca çıkan veya çıkarılan ortak, ortak olduğu dönemde henüz sonuçlanmamış işlerden doğran kara veya zarara katılır.

SORU: Şirketin malvarlığı, ortaklardan birisinin ayrıldığı tarihte borçları karşılayamaya yetmiyorsa nasıl bir önlem alınır?

Ortak sıfatının sona erdiği tarihte, ortaklığın malvarlığı, borçlarını karşılamaya yetmezse, çıkan veya çıkarılan ortak, payına düşen borç tutarını, zarara katılmaya ilişkin düzenlemeler çerçevesinde diğer ortaklara ödemekle yükümlüdür.

 SORU: Adi ortaklık kendiliğinden sona erebilir mi?

Bu nedenlerden birisinin gerçekleşmesi ile, ortaklık, kendiliğinden sona ermiş, yani dağılmış sayılır:

-Amacın gerçekleşmesi ya da gerçekleşmesinin imkansız hale gelmesi;

-Mirasçılar ile ortaklığın devam edeceğine dair önceden yapılmış bir anlaşma yoksa ortaklardan birinin ölmesi;

-Sözleşmede ortaklığın süreceğine dair bir hüküm yoksa, ortaklardan birinin iflas etmesi, kısıtlanması veya tasfiye payının cebri icrayla paraya çevrilmesi.

-Belirli süreli kurulmuş ortaklıkta sürenin dolması. Ancak, süre dolmuş bulunmasına rağmen faaliyetlere fiilen devam edilmesi halinde ortaklık, belirsiz süreli ortaklığa dönüştürülmüş sayılır.

SORU: Adi şirket ne şekilde feshedilebilir?

Bütün ortakların sona erdirme isteği,

Fesih bildirimi ile de sona erdirilebilir. Fesih bildiriminin haklı sebebe dayanıyor olması ve 6 ay önceden yapılması öngörülmüştür.

Haklı sebep varsa mahkeme kararı ile de şirket sona erdirilir.

SORU: Adi şirketin sona ermesinin sonuçları nelerdir?

Tasfiye işlemlerinin yapılması gerekir.

Tasfiye işlemleri: Önce alacaklar toplanır, şirket malları paraya çevrilir, 3.kişilere olan borçlar ödenir, ortakların avans alacakları verilir. Geriye artı bir değer kalmış ise, sermaye paylarının değeri iade edilir. Geriye kar kalırsa ortaklara dağıtılır, zarar kalır ise o paylaştırılır.

SORU: Adi şirket ilişkisindeki borç ve alacaklara ilişkin zamanaşımı süresi ne kadardır?

Bir şirkette, ortaklık sözleşmesinden doğan ve ortakların birbirleri veya kendileri ile ortaklık arasındaki; bir ortaklığın müdürleri, temsilcileri, denetçileri ile ortaklık veya ortaklar arasındaki alacak davaları, alacağın muaccel olduğu andan itibaren 5 yıllık zamanaşımı süresine tabidir.